Hukukun uygulanması ve kaynakları, Türk Medeni Kanunu’nun ve diğer özel kanunların uygulanacağı konular belirlenirken konu ile ilgili kanunların bulunmaması halinde hâkimin hangi kuralı uygulayacağı Türk Medeni Kanunu madde 1 kapsamında belirlenmiştir.
- Madde 1- Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.
TMK Madde 1 Gerekçesi
Madde olduğu gibi korunmuş fakat gerek amaç ve içeriğini daha iyi ifade etmesi bakımından, gerek dilinin daha anlaşılır bir hâle getirilmesi yönünden yeniden kaleme alınmıştır. Maddenin kenar başlığı “Kanunu Medenînin Tatbiki” şeklindedir. Bu kenar başlık maddenin uygulama alanıyla uyumlu değildir. Çünkü, madde sadece Medenî Kanunun uygulanmasını düzenleyen bir madde olmayıp genel olarak hukukun kaynaklarım düzenlemektedir. Maddede sayılan kaynaklar medenî hukukta olduğu kadar özel hukukun diğer dallarında da geçerli olan kaynaklardır.
Bu sebeple, maddenin kenar başlığı “Hukukun uygulanması ve kaynaklan” şeklînde değiştirilmiştir. Yürürlükteki maddede yer alan “lafziyle veya ruhiyle” sözcükleri yerine daha anlaşılır bir ifadeyle “sözüyle ve özüyle*’; ‘temas ettiği” deyimi yerine “değindiği”; “vazıı kanun” yerine “kanun koyucu”; “vazedecek” yerine “koyacak” sözcükleri kullanılmıştır. Hâkim kanunu hem sözü hem de özüyle birlikte ele alarak uygulayacaktır. Sadece sözüyle veya sadece özüyle uygulaması söz konusu olmayacaktır. Maddenin üçüncü fıkrası “Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” şeklinde daha arı bir Türkçe ile kaleme alınmış, daha anlaşılır hale getirilmiştir.
Kanunların Yer Yönünden Uygulanması Nedir?
Kanunlar, kural olarak yapıldıkları ülke sınırları içerisinde bulunan yerli ve yabancı herkese uygulanmaktadırlar. Buna “Kanunların yerselliği-mülkiliği ilkesi” denilmektedir. Devletin vatandaşının ülke sınırları dışında bulunsa dahi yine kendi milli kanunlarına bağlı kalmasına ise “Kanunların kişiselliği-şahsiliği ilkesi” denilmektedir.
Kanunların Zaman Yönünden Uygulanması Nedir?
Kanunlar kural olarak yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren, yürürlükte bulundukları dönem içinde ortaya çıkan olay ve ilişkilere uygulanır. Ancak genel kural bu olmakla birlikte kanunların yürürlüğe girmesi ve yürürlükten kaldırılması gibi durumlarda bazı hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Kanunların ne zaman yürürlüğe gireceği hususunda genellikle ilgili kanunların metninde açık bir hüküm bulunur. Ancak kanun metninde bu hususta açık bir hüküm bulunmadığında kanun, Resmî Gazetede yayımını izleyen günden başlayarak kırk beş gün sonra yürürlüğe girer. Kanunların yürürlüğe girmesi ile uygulamaya konulması farklı olabilir. Kural olarak yürürlüğe giren bir kanun uygulanmaya başlar. Ancak olağanüstü yönetim durumları ile ilgili bazı kanunlar yürürlükte olmalarına karşın her zaman uygulanmazlar.
Kanunların yürürlükten kalkması konusunda açık ve örtülü olarak yürürlükten kalkma şeklinde bir ayrım söz konusu olmaktadır. Kanunların açık olarak yürürlükten kalkması çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Üstü kapalı kaldırma durumunda iki kanun hükümleri arasında bir çelişme söz konusudur. Kural olarak, sonradan çıkan kanun, kendisinden önce çıkmış olan kanunu veya bazı maddelerini üstü kapalı olarak yürürlükten kaldırabilir.
Kanunların Özüyle ve Sözüyle Uygulanması Ne Anlama Gelmektedir?
TMK’da belirtilen “Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.” ifadesinde ÖZÜ ve SÖZÜ itibariyle uyuşmazlık konusu olayı kapsayan bir hüküm varsa ve bu hüküm yer, zaman, nitelik bakımından da uygulanabiliyor ise kanunda o olaya uygulanacak hüküm vardır.
Kanun hükmün sözü ile uygulanmasından çıkacak sonuç; hükmün düz anlamıyla uygulanması, hükmün zıt anlamıyla uygulanması ve atıf sonucu uygulanması yoluyla olabilir.
Kanun hükmünün özü itibariyle uygulanması ise hükmün konuluş amacı tespit edilerek bu anlama göre uygulanmasıdır.
Kanunların Yorumlanması Nedir?
Yorumu yapan kişiye veya makama göre, yasama yorumu yargısal yorum ve bilimsel yorum olmak üzere 3 türe ayrılmaktadır.
Yasama yorumu, kanun koyucu tarafından yapılan yorumdur. Yasama organı tarafından yapılan yorum tıpkı kanun gibi bağlayıcı nitelik taşımaktadır.
Yargısal yorum, hâkimin önüne gelen olaya hukuk kuralını uygularken yaptığı yorumdur. Yargısal yorumun daha sonraki olaylarda yorum yapan hâkimi ve başka mahkemeleri bağlayıcı yönü bulunmamaktadır. Ancak içtihadı birleştirme kararlarına konu olmuş yargı yorumlarının bağlayıcı niteliği bulunmaktadır.
Bilimsel yorum, hukuk bilimiyle uğraşan akademik çevreler tarafından yapılan yorumu ifade etmektedir. Bilimsel yorumun bağlayıcı niteliği olmamakla birlikte, yargı kararları üzerinde dolaylı bir etkisi bulunmaktadır.
Yorum Yöntemleri ve Yorum Araçları Nelerdir?
Yorum yöntemleri; lafzi yorum, tarihi yorum, amaçsal yorum ve sistematik yorum olarak adlandırılır. Lafzi yorumdan anlaşılması gereken kanunda söylenmek isteneni tespit etmektir. Kanun metninde kullanılan sözcüklerden kanun hükmünün ne anlama geldiği belirlenmeye çalışılır. Dikkat edilmesi gereken husus, kanun metnine sıkı sıkıya bağlı kalınmalı ve kanun dışına çıkılmamalıdır. Tarihi yorum, kanun koyucunun kanun hükmünü koyduğu zamandaki subjektif iradesi araştırılır. Amaçsal yorum, kanunlar uygulandığı zamanın gereklerine ve anlayışına göre kazandıkları anlama göre yorumlanırlar. Amaçsal yorumun tarihsel yorumdan farkı ise amaçsal yorum teorisinde tarihsel iradeye ve koşullara bakılması gerektiği kabul edilmez. Sistematik yorum, hukuk kurallarının diğer hukuk kuralları ile ilişkisine bakılarak yapılan yorum yöntemidir.
Yorumlamada kullanılan yorum araçlarının sayısını belirlemek mümkün olmasa da sıklıkla kullanılan yorum araçları; evleviyet, kıyas ve aksi ile kanıttır. Evleviyet iki şekilde karşımıza çıkmaktadır;
- Eğer kanun daha fazlasına izin veriyorsa daha azına da izin veriyor demektir.
- Eğer kanun daha azını yasaklıyorsa daha fazlasını da yasaklıyordur. Kıyas, konu ile ilgili hüküm bulunmayan bir meseleyi benzer olan başka bir hukuki ilişki veya duruma uygulanmasına denir. Aksi ile kanıt, bir hükmün tersinden hareketle sonuç çıkarılmasına denilir.
Hâkimin Hukuk Yaratması Nedir?
Hâkim önüne gelen uyuşmazlıkta, yazılı kaynaklarda ve yazısız kaynaklarda uygulayacak bir hüküm bulamıyor ise hukuk yaratır. Bu yaratılan hukuk ise genel ve soyut olmalıdır. Hâkimin hukuk yaratması için mevcut hukuk boşluğu ya kıyas yöntemiyle ya da orijinal bir kural yaratmayla olur. Hâkim hukukun genel ilkeleriyle de boşluk doldurabilir. Hâkimin yarattığı hukuk kuralı kanun niteliği taşımaz, önüne gelen uyuşmazlık dışındaki başka bir uyuşmazlıkta bu kural bağlayıcılık taşımaz ve bu kural üst yargı denetimine bağlı değildir.
TMK Madde 1- Hukukun Uygulanması ve Kaynakları ile İlgili Yargıtay Kararları
- Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 2013/10170 E., 2013/16869 K. sayılı kararına göre,
Mahkemece aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak yasalarda bir ilamla hüküm altına alınan haklarla ilgili olarak ayrı ayrı takip yapılabileceğine ilişkin hiçbir düzenleme de mevcut değildir. Bu durumda Türk Medeni Kanunu’nun 1, 2, 4 ve 33. maddelerinin, Anayasa’nın 36. maddesinin, Borçlar Kanunu’nun 61 ve yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesinin, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 29. maddesinin göz önüne alınarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir.
- Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2020/641 E., 2021/638 K. sayılı kararına göre,
Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”
Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyelerdir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.
- Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin ,2016/681 E., 2019/117 K., sayılı kararına göre,
4721 sayılı … Medeni Kanunu’nun 1. maddesi ise şöyledir:
“Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.
Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.
Hâkim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”
Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.
Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Belediyedir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.
Bilindiği üzere Hazine, 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 13/j maddesi ile yargı harçlarından muaf tutulmuştur. Davalı … ise harçlardan muaf değildir. Böyle bir durumda, yani davalının harçtan muaf olması ve davanın da davacı lehine sonuçlanması halinde karar ve ilam harcının mutlak bir şekilde alınması gerekip gerekmeyeceği ve alınacaksa kimden alınacağı sorularının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.
- Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2021/4483 E., 2021/2470 K. sayılı kararına göre,
Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde de görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla 7226 sayılı Kanunun Geçici 1.maddesinde belirtilen sürelerin 13/03/2020(bu tarih dahil) tarihinden 30/04/2020 (bu tarih dahil) tarihine kadar duracağı hüküm altına alınmış, 30.04.2020 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Cumhurbaşkanı Kararının 1.maddesi ile 01/05/2020 (bu tarih dahil) tarihine kadar durma süresi uzatılmıştır.
Anılan yasada açıkça konkordato mühlet ve sürelerinin durma kapsamında olduğu belirtilmemiş ise de madde gerekçesinde “Konkordato kurumuna ilişkin mühlet ve sürelerin, 2004 sayılı Kanunda düzenlenmesi sebebiyle durma süresinin kapsamında olacağı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.” açıklamasına yer verilmiştir. 19.06.2020 tarih ve 2019/4 Esas, 2020/1 karar İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere kanunun gerekçesinin (madde gerekçesi) kanunun yorumunda göz önünde bulundurulacağı ilkesi benimsenmiştir.
4721 sayılı TMK’nın “Hukukun Uygulanması ve Kaynakları” başlıklı 1.maddesine göre de Kanun sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır ve hâkim karar verirken bilimsel görüşler ile yargı kararlarından yararlanır. Buna göre anılan kanun gerekçesinin (madde gerekçesi) hükmün yorumu bakımından dikkate alınacağı ve konkordato mühlet ve sürelerinin durma kapsamında olacağı tabiidir.
- Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2012/15818E. Ve 2012/22311K. sayılı kararı
Davada, boşanma davasında müşterek çocuklar için hükmedilen 300’er TL iştirak nafakasının, davacının duyma ve konuşma engelli olup okuma ve yazması olmadığı, davalının boşanma davasında davacıyı yanılttığı, halen bu miktarda nafakaları ödeyecek ekonomik gücü olmadığı iddiasıyla ayrı ayrı 100’er TL’ye indirilmesi talep edilmiştir. Davalı vekili duruşmada verdiği beyanla davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile müşterek çocuklar İrem ve Sudenaz için takdir edilen aylık 300,00 er TL iştirak nafakasının 150,00 şer TL ye indirilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya arasında bulunan … Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan rapora bakıldığında 19.06.2009 tarihli olduğu, davacının %52 işitme, %35 konuşma engelli olduğu, tüm vücut fonksiyon kaybının ise %69 olduğunun tespit edildiği, bu raporun 2022 sayılı yasa gereği özürlü kimliğinden yararlanabilmek için alındığı görülmektedir, yine Diyarbakır Askeri Hastanesinden alınan raporun 18.06.1998 tarihli olduğu, davacının ileri derecede işitme kaybı olduğu ve askerlik yapmaya elverişli olmadığının tespit edildiği anlaşılmaktadır. Ancak, dava tarihinden sonra alınmış bir rapor bulunmamaktadır. 6100 sayılı HMK’nunda davalı veya davacı tarafın sağır ve dilsiz olmaları durumunda yargılama usulü hakkında bir hüküm bulunmamaktadır. (1086 sayılı HUMK’nunda da bulunmamaktadır) Medeni Kanun 1.maddesi gereğince ”Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir”. Buna göre kanundaki boşluğu doldurmak hâkimin görevidir. Hâkim bunu yaparken kanunun benzer maddeleri ya da yürürlükte bulunan diğer kanunlardan kıyas yoluyla faydalanabilir.
Örf ve Adet Hukukuna İlişkin Yargıtay kararı
- Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin, 2015/39147 E., 2017/11016 K. sayılı kararına göre,
Dosya kapsamından, tarafların aralarında sözlü olarak 272 adet kuzunun satışı konusunda anlaştığı, kuzuların davalıya teslim edildiği ve davalının bir kısım ödemeler yaptığı sabittir. Uyuşmazlık, canlı hayvan satışında taraflar arasında kararlaştırılmamış olsa bile satış bedelinden fire oranı düşülüp düşülmeyeceği noktasında toplanmaktadır. TMK’nın 1/2. maddesinde; “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim, örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.” hükmü düzenlenmiştir. Mahkemece, … Ticaret Borsası’ndan canlı kuzu alışverişinde fire miktarının olup olmadığı, fire miktarı var ise fire yüzdeliğinin ne olduğu ve ticari teamül gereği fire miktarının her alışverişte düşüp düşmediği sorulmuş; … Ticaret Borsası’nın 11.03.2015 tarihli yazı cevabında; canlı kuzu alışverişlerinde örf ve adet gereği %5 fire oranı uygulandığı bildirilmiş, davacı tarafından sunulan … Ticaret Borsası’nın 03.04.2015 tarihli yazısında ise; herhangi bir borsanın çalışma alanı dışında gerçekleşen ve herhangi bir borsaya üye olmayan gerçek veya tüzel kişilerin aralarında akdedecekleri ticari sözleşme hükümlerinde herhangi bir borsaya ait fire, zayiat, randıman oranları, örf, adet, teamül ve kurallarına atıfta bulunmalarının tamamen taraflar arasındaki anlaşmaya bağlı olduğu, bunun dışında, taraflardan en az birinin borsa üyesi olduğu ve borsaya dahil bir maddenin ticaretinde de borsalarca yayımlanmış fire, zayiat, randıman oranları, örf, adet, teamül ve kurallarının kesin bağlayıcı hükümler olmayıp yol gösterici nitelikte olduğu, tarafların borsa müzayede ve satış alanları dışında gerçekleşen ticarette kanunen yasak ve genel ahlak kurallarına aykırı olmayan herhangi bir şekilde de anlaşabileceği, tokluk firesinin kuzulardan % 5 nispetinde olmak suretiyle düşüldüğü belirtilmiş olup canlı hayvan satışlarında örf ve adet gereği fire oranı düşüldüğü anlaşılmıştır.
Hâkimin Karar Verirken Yargı Kararlarından Yararlanmasına İlişkin Yargıtay Kararları
- Yargıtay’ın 1. Hukuk Dairesi’nin, 2023/821 E., 2023/1641 K. sayılı kararına göre,
Buna göre Kanun’da hâkimin hukukun kaynaklarını belirlerken hangi sıralamayı izleyeceği açıkça kurala bağlanmış olup Kanun’un sözüyle ve özüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa anılan maddede belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir.
Somut olay anılan anayasal ve yasal kurallar çerçevesinde ele alındığında, zilyetliğe dayalı tescil davasında, davacı birey, davalı ise Hazine ve Köy tüzel kişiliğidir. Davalının Hazine veya kamu kurumu olması, kanunda açık bir hüküm bulunmadıkça yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kuralına istisna teşkil etmeyecektir.
Yasa koyucu, tereddüde yer vermeyecek şekilde yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağını düzenlemiştir. Yine yasa koyucu genel ilke gereğince yargılama giderlerinden sorumlu olan tarafı harçtan muaf tutmuş ise, bu husus harcın diğer taraftan alınacağı şeklinde yorumlanamaz. Bu çerçevede Hazineye karşı açılan davada davacının haklı çıkması durumunda bakiye karar ve ilam harcı davalıdan hiç alınmamalıdır. Ancak davasında haklı çıkan davacı tarafından peşin yatırılan karar ve ilam harcı kendisine iade edilmelidir. Nitekim Hazinenin davalı olduğu tapu iptal – tescil davalarında yerleşik uygulama bu şekildedir. Hazine aleyhine açılan tapu iptal – tescil davasında Hazinenin harçtan muaf olması gerekçesiyle karar ve ilam harcı hiç alınmazken tescil davasında haklı çıkan davacının harçtan sorumlu tutulmasının hiçbir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yasa koyucu dileseydi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36/A maddesinde olduğu gibi, bu hususta da genel uygulamadan ayrılan bir düzenlemeye yer verebilirdi.
Sayın çoğunluğun görüşünün dayanağını yerleşmiş Yargıtay içtihatları oluşturmaktadır. Yargıtay uzun yıllara sâri içtihadında tescil davalarında yargılama giderlerini davasında haklı çıkmasına rağmen davacı üzerinde bırakmış, bu çerçevede yargı harçlarını da davacıya yüklemiştir. Ne var ki, hiçbir Yargıtay kararında yasal bir dayanak gösterilememiş, davalının “yasal hasım” olması gerekçe yapılmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere bir Kanun’un sözüyle değindiği herhangi bir konuda Kanun’un emrettiği hüküm dışında bir uygulama yapılması mümkün değildir. Hâkim ancak Kanun’da uygulanabilir bir hüküm yoksa 4721 sayılı Kanun’un 1. maddesinde belirtilen diğer kaynaklara başvurabilir. 6100 sayılı Kanun’un 326. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da açıkça “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.” denildiğine ve bu hususta Kanun’da bir boşluk veya tescil davaları yönünden bir istisnaya yer verilmediğine göre bu hususta yargı içtihadıyla Kanun’un açık hükmüne aykırı bir uygulama yapılması mümkün değildir.
- Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin, 2019/6716 E., 2019/18682 K. sayılı kararına göre,
Dairemizin “…Somut uyuşmazlıkta; dava devam ederken … İl Özel İdaresi’nin tüzel kişiliğinin sona ermesi nedeni ile dava kendisine teşmil edilen … Büyükşehir Belediyesi vekili tarafından, 19.02.2015 tarihli dilekçe ile diğer beyanlarla birlikte açıkça ıslaha karşı zamanaşımı def’inde bulunulmasına rağmen, Mahkemece gerekirse ek rapor da aldırılmak suretiyle ıslaha karşı zamanaşımı def’i değerlendirilmeden karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesi ile verilen kararına karşı Yerel Mahkemece “… davalı … vekilinin davacı tarafça yapılan ıslaha karşı süresinde zamanaşımı defini ileri sürmemesi nedeniyle zamanaşımına uğramış bir alacak kalemi bulunmadığından mahkememizce bozma ilamına konu kararda bu hususa ayrıca değinilme gereği duyulmamıştır. Davalı … vekilinin ıslaha karşı ileri sürdüğü zamanaşımı defi süresinde değildir şöyle ki ıslah dilekçesi davalı belediyeye dosya kapsamındaki tebligat parçasından görüleceği üzere 04/02/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı … vekili ise 19/02/2015 havale tarihli (Uyap sistemi üzerinden de elektronik imzalı olarak gönderilmediği anlaşılan) dilekçede ıslaha karşı zamanaşımı defini ileri sürmüş olup 6100 Sayılı HMK’da ıslaha karşı beyanda bulunma süresini düzenleyen bir hüküm bulunmasa da gerek yazılı yargılama usulünün uygulandığı davalarda (127.madde) gerekse basit usulün uygulandığı davalarda (317. madde) cevap dilekçesinin tebliğden itibaren 2 haftalık süre içinde sunulmasına dair hüküm bulunduğu, bu hükmün ıslaha karşı sunulacak yazılı beyanlarda da kıyasen uygulanması gerekeceği, bu kapsamda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1. Maddesinin 2. fıkrasında “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.” hükmünün bulunduğu, yine aynı maddenin 3. Fıkrasında “Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” hükmüne yer verildiği, Yargıtay kararlarında da ıslaha karşı beyanda bulunma ve dolayısıyla zamanaşımı defini ileri sürme süresinin ıslah dilekçesinin tebliğinden itibaren işleyecek 2 haftalık süre içinde olması gerektiği hususunun yerleşik içtihat halini aldığı ve neticeten davalı belediyenin ıslaha karşı ileri sürdüğü zamanaşımı definin süresinde olmadığı …” gerekçesi ile direnilmiş olup, davalının zamanaşımı defini kanunî süresi içinde ileri sürmediğinden sonuca etkisinin bulunmadığı, bu nedenle direnmenin doğru olduğu, her ne kadar Yerel Mahkemesi’nce önceki kararda bu durumun saptanmasına rağmen bu yönde bir gerekçe oluşturulmaması Anayasa’nın 138. ve 141. ve 6100 sayılı HMK’nın 297. maddeleri karşısında yerinde değil ise de bu hususunda direnme kararı ile gerekçelendirilip düzeltildiği anlaşılmakla, dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 4. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları uyarınca ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine, 23.10.2019 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Stj. Av. Gözde Günel
Av. Serhan Cantaş
Blog Yazılarımız: Boşanma Davası Nedir?