TCK Madde 24 – Kanunun Hükmü Nedir? Amirin Emri Nedir?

Türk Ceza Kanunu’nun ikinci bölümünde düzenlenen ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin ilki “kanunun hükmü ve amirin amri”dir. Kanundan kaynaklanan bir hak ve yetkiyi kullanan kişiye bu eylemi nedeniyle ceza verilemez. Kanunun hükmünü yerine getirmek bir hukuka uygunluk nedenidir.

Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler

Kanunun hükmü ve amirin emri

Madde 24- (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.

TCK Madde 24 Gerekçesi

Hükûmet Tasarısının “Kanunun hükmü ve amirin emri” başlıklı 27 nci maddesinin iki ve üçüncü fıkraları değiştirilmiştir. Hiyerarşik yapı içinde amirin verdiği emrin hukuka uygun olması hâlinde, verilen bu emrin yerine getirilmesi de hukuka uygun olacaktır. Amirin emri, hukuka aykırı olmasına rağmen, bu emir emredilen açısından bağlayıcı olabilir. Anayasamıza göre; kamu görevlileri, görevlerini ifa ederken amiri durumundaki kişilerden aldıkları emirleri hukuka aykırı bulmaları hâlinde, bu emri “yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir”ler. Ancak, emir hukuka aykırı olmakla beraber, amir “emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu hâlde emri yerine getiren sorumlu olmaz” (madde 137, fıkra 1). Bu durumda emri yerine getiren açısından bir hukuka uygunluk nedeni değil, bir sorumsuzluk nedeni söz konusudur. Yerine getirme zorunluluğu, esasen hukuka aykırı olan emri hukuka uygun hâle getirmez. Ancak, hiyerarşik yapı dolayısıyla, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Bu durumda sorumluluk, emri verene aittir. Hükûmet Tasarısındaki hükümde, bu durumda emri verenin de sorumluluktan kurtarılmasına yönelik bir ifadeye yer verilmişti. Yapılan değişiklikle bu yanlışlık düzeltilmiştir.

Emir, hukuka aykırı olmanın yanı sıra, ayrıca suç da teşkil edebilir. Anayasamız, konusu suç teşkil eden emrin yerine getirilmesine “hiçbir surette” izin vermemektedir (madde 137, fıkra 2). Bu durumda emri “yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz”. Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle Anayasanın söz konusu hükmüyle paralellik sağlanmıştır.

Hukuka Aykırılık Nedir?

Hukuka aykırılık genel bir ifadeyle, hukuka (hakka) karşı gelmek, onunla çatışma halinde olmak demektir. Suçun unsuru olarak hukuka aykırılık ise işlenen fiile hukuk düzeni tarafından cevaz verilmemesi, bütün hukuk düzeni ile çelişki ve çatışma halinde bulunması anlamına gelmektedir.

Hukuka aykırılık, tipe uygunluktan sonra suçun yapısında ikinci aşamayı oluşturur. Başka bir anlatımla işlenen fiil ile tipik haksızlığın gerçekleştiğinin tespitinden sonra yine bu fiille hukuka aykırılık yönünden bir değerlendirme yapılacaktır. Bir davranışın tipe uygunluğunun belirlenmesiyle suç teşkil eden haksızlık gerçekleşmiş olur. Şayet olayda bir hukuka uygunluk nedeni yoksa tipe uygun davranış aynı zamanda hukuka da aykırı olacak ve suç teşkil edecektir.

Hukuka Uygunluk Nedenleri Nelerdir?

Suçun hukuka aykırılığını ortadan kaldıran ve dolayısıyla fiilin suç teşkil etmesini engelleyen bu nedenlere hukuka uygunluk sebepleri veya haksızlığı ortadan kaldıran sebepler denir.

Klasik suç teorisine göre; objektif olarak bir hukuka uygunluk sebebinin bulunması halinde, failin bunu bilip bilmemesi yani iradesinin hukuka uygunluğu kapsayıp kapsamaması önemsizdir. Hareketin hukuka uygun olduğu kabul edilmelidir. Hukuka aykırılık neticeye göre belirlenecektir. Hukuka uygunluk sebeplerinden biri objektif olarak mevcut ise fiil hukuka uygundur.

İkinci görüşe göre; hukuka uygunluk sebebinin objektif olarak varlığı yeterli değildir. Fail, fiili hukuka uygun hale getiren durumun varlığını bilmeli ve kendisine bu surette verilen yetkinin icrası veya yüklenen yükümlülüğün gerçekleştirilmesi amacıyla hareket etmelidir.

5237 sayılı TCK’da yer alan hukuka uygunluk nedenleri; kanunun hükmünü yerine getirme (TCK 24. m.), meşru savunma (TCK 25/1. m.), hakkın kullanılması (TCK 26/1. m.) ve ilgilinin rızası (TCK 26/2. m.)dır.

Kanunun Hükmü ve Amirin Emri Yargıtay Kararları

  • Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2017/928 E. Ve 2019/329 K. Sayılı Kararı

Uyuşmazlıkla yakından ilgili olan hukuka aykırılık, suçu oluşturan haksızlığın niteliği olup hukuka aykırılık ile kastedilen husus, fiilin hukuk sistemiyle çatışması ve hukuk sistemine aykırı olmasıdır. 5237 sayılı Kanunda bazı suç tanımlarında “hukuka aykırı olarak”, “hukuka aykırı başka bir davranışla”, “hukuka aykırı diğer davranışlarla”, “hukuka aykırı yolla”, “hukuka aykırı yollarla” gibi ifadelere yer verilmiştir. Suçun unsurlarından birisi olması hasebiyle “hukuka aykırılık” kavramına madde metninde ayrıca yer verilmesiyle, failin olayda bir hukuka uygunluk nedeni olmadığını ve eyleminin hukuka aykırı olduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

5237 sayılı TCK’nda hukuka uygunluk sebepleri;

a- Kanunun hükmünü yerine getirme (m.24/1),

b- Meşru savunma (m.25/1),

c- İlgilinin rızası (m.26/2),

d- Hakkın kullanılması (m.26/1),

Olarak kabul edilmiştir.

Kanunun hükmünü yerine getirme, 5237 sayılı TCK’nın “Kanun hükmü ve amirin emri” başlıklı 24. maddesinin birinci fıkrasında; “Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.” şeklindeki düzenleme ile bir hukuka uygunluk nedeni olarak sayılmıştır. Sözü edilen hukuka uygunluk nedeninin doğabilmesi, kişinin eylemini gerçekleştirme konusunda kanun tarafından yetkilendirilmiş olmasına bağlıdır. Bu durumda Kanunun hükmünü yerine getiren kişinin davranışı tipe uygun olsa bile hukuka aykırı olmadığı için suç teşkil etmeyecek ve buna bağlı olarak eyleminden dolayı cezalandırılamayacaktır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 12. bası, Seçkin, Ankara, 2016, s. 303 vd.; Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. baskı, Yetkin, Ankara, s. 386 vd.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. bası, Seçkin, Ankara, 2014, s. 257 vd.)

Bu aşamada köy muhtarı olan sanık K. ve köy sakini olan diğer sanıkların gerçekleştirdiği tipe uygun hareketin, Kanunun hükmünü yerine getirme bağlamında hukuka uygun olup olmadığı üzerinde durulmalıdır.

442 sayılı Köy Kanun’un “Muhtarın göreceği işler” başlıklı 5. fasılda yer alan 36. maddesi;

“Muhtarın göreceği Devlet işleri şunlardır:

1 – Hükümet tarafından bildirilecek kanunları, nizamları köy içinde ilan etmek ve halka anlatmak ve kanunlar, nizamlar, talimatlar, emirler ile kendisine verilecek işleri görmek;

2 – Köyün sınırı içinde dirlik ve düzenliği korumak (asayişi korumak)

6 – Köye gelip gidenlerin niçin gelip gitmekte olduklarını anlamak ve bunlar içinde şüpheli adamlar veyahut ecnebiler görülürse hemen yakın karakola haber vermek,

10 – Köy civarında eşkıya görürse Hükümete haber vermek ve elinden gelirse tutturmak;

11 – Köylünün ırzına ve canına ve malına el uzatan ve Hükümet kanunlarını dinlemiyen kimseleri köy korucuları ve gönüllü korucularla yakalattırarak Hükümete göndermek; …

15 – Zarar görenlerin şikayeti ve bilip işidenlerin haber vermesi üzerine sorup araştırmak” şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere 442 sayılı Köy Kanunu ile köy muhtarlarına, köy içerisinde dirlik ve düzeni korumak, köye gelip gidenlerin ne için gelip gittiklerini anlayarak şüphelileri karakola bildirmek, köylünün ırzına ve canına ve malına el uzatan kimseleri köy korucuları ve gönüllü korucularla yakalattırmak gibi görevler verilmiştir. Kanun hükmünün yerine getirilmesinde, köy muhtarına kanun tarafından verilen bu yetkiler aynı zamanda köy muhtarının görevini de oluşturmaktadır.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Köy muhtarı olan sanık K. ile diğer sanık A.’nın, suç tarihinde gece vakti köy içerisinde park halinde şüpheli bir motosiklet görmeleri üzerine, bu motosikletin kime ait olduğunu anlamak amacıyla üzerindeki eşyayı alıp sanık A.’ya ait kahvehaneye bıraktıktan sonra evlerine gittikleri, ardından sanık A.’nın durumu haber verdiği sanık M.E. ile motosikletin kime ait olduğunu anlamak için köy içerisinde dolaşmaya başladıkları, bu esnada karşılaştıkları mağdurlar ile birlikte kahvehaneye giderek sanık K.’ye durumu bildirdikleri, sanık K.’nin kahvehaneye geldikten sonra mağdurların kimliklerini kontrol edip bilgilerini kolluğa aktardığı, kolluk birimlerinin şahısların serbest bırakılmamasını ve olay yerine geleceklerini bildirmesi üzerine tarafların beklemeye başladığı, bu sırada sanıklar A. ve M.E.’nin akrabaları olan A.me isimli şahıs ile ilişkisi olduğunu düşünüp bunu itiraf etmesini istedikleri mağdur Y.’yi darp ettikleri, A.me isimli şahsın telefon numarasını kendilerine vermesi hususunda sanık A.’nın mağdur Y.’yi silahla tehdit ettiği, sanıkların mağdur Y.’yi bir süre kar üzerinde çıplak şekilde bekletip mağdurları olay yerine gelen kolluk birimlerine teslim ettikleri olayda;

Köy muhtarı olan sanık K.’nin, 442 sayılı Köy Kanun’nun 36. maddesi uyarınca köy içerisinde dirlik ve düzeni korumak, köye gelip gidenlerin ne için gelip gittiklerini anlayarak şüpheli gördüğü şahısları karakola bildirmek şeklinde görevlerinin bulunması, mağdurların gece geç saatlerde şüpheli bir şekilde köy içinde gezerken görülüp sanık A.’ya ait kahvehaneye götürülmelerinin ardından kahvehaneye gelen sanık K.’nin derhal jandarmaya haber vermesi ve sanık K.’nin sayıca fazla olan mağdurların jandarma gelene kadar kahvehanede bekletilebilmesi için diğer sanıkların yardımına ihtiyaç duyması karşısında; sanıkların tipe uygun hareketlerinin TCK’nın 24. maddesi uyarınca kanunun emrinin yerine getirilmesi kapsamında kalıp hukuka uygun olduğu ve kanuna uygun şekilde yapılan gözaltı işleminin ardından yapılan işkencenin gözaltı işlemini kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna dönüştürmeyeceği örneğinde olduğu gibi mağdurların hukuka uygun şekilde bekletilmesi sırasında sanıklar tarafından işlenen diğer suçların hukuka uygunluk nedenini ortadan kaldırmayacağı kabul edilmelidir.

Kanunun Emrini Yerine Getirme ve Kasten Öldürme Yargıtay Kararı

  • Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2015/4248 E. Ve 2015/6085 K. Sayılı Kararı

Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 17. maddesi 1. fıkrasında “herkesin yaşama hakkına” sahip olduğu belirtilmiş, aynı maddenin 4. fıkrasında “meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.” denilmek suretiyle birinci fıkradaki hakkın istisnalarını düzenlemiş, Ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Haklar ve Özgürlükler” başlıklı bölümünde yer alan 2. maddesinde “yaşama hakkı” düzenlenmiş, aynı maddenin b bendinde “Usulüne uygun olarak yakalamak veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için kuvvete başvurulmasının kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda ölüm meydana gelmişse yaşama hakkının ihlal edilmiş sayılamayacağı belirtilmiş, 2559 sayılı Polis Vazife Selahiyet Kanunun 16/7-c maddesinde polise “hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silah kullanma” yetkisi verilmiş; Polis Vazife ve Selahiyet Tüzüğünün 17. maddesinde ise silah kullanma yetkisinin doğduğu hallerde “mümkün olduğu kadar suçlunun öldürülmekten ziyade yaralı olarak yakalanmasına” özen gösterilmesi gerektiği belirtilmiş; 5237 sayılı TCK.nun 24. maddesinin birinci bendinde “Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye cezaverilmez” denilmek suretiyle “kanunun hükmünüyerine getirme bir hukuka uygunluk nedeni olarak ihdas edilmiş, aynı Yasanın 27. maddesinin 1. bendinde de ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde” verilecek ceza gösterilmiştir.

Somut olayda; sanık K1’ın Keçiören İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde görevli polis memuru olup, olay günü 30.08.2012 tarihinde de arkadaşı polis memuru tanık K3 ile birlikte 7838 kod numaralı ekip otosunda görev icra ettiği sırada, haber merkezine gelen bir ihbar üzerine ekip arkadaşı tanık K3’ın kullandığı araçla olay yerinegeldiklerinde yaralı vaziyette ismini sonradan öğrendikleri K4 isimli kişiyi görüp, kendisinden olayı sorduklarında; K4’nın da, bir erkek ve bir bayanın kendisini zorla bir araca bindirdiklerini, telefonunu gasp ettiklerini, sim kartını kırdıklarını, kendisini de araçtan attıklarını söylemesi üzerine; K4’yı tedavi için Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürdükleri, hastanenin acil servis girişine geldiklerinde, K4’nın gitmekte olan bir aracı göstererek “beni yaralayan ve telefonumu gasp edenler, bu araçtaki şahıslar” demesi üzerine; tanık K3’ın megafonla aracı durdurmak için anons yaptığı, aracın durmak istemediği, sanık ve arkadaşının çevredekilerden yardım istedikleri gidiş yolunun kapatılması üzerine aracın durduğu, araçtan maktulle birlikte tanık K5’nın indiği, sanık ve arkadaşının maktul ve arkadaşının kimliğini alarak ilgili birimden “GBT bilgisi” sordukları, maktulün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/2-5766 sayılı ilamat dosyasından 28.08.2012 tarihinde çıkarılan “yakalama kararı” nedeniyle arandığının tespit edilmes

üzerine kaçmaya başladığı, sanık ve ekip arkadaşı tanık K3’ın “dur” ikazında bulundukları, ancak maktülün kaçmayı sürdürmesi üzerine; sanık ve arkadaşının da yakalayabilmek amacıyla maktulün peşine düştükleri, sonrasında tanık K3’ın 2 el havaya ateş ettiği, maktülün kaçmaya devam ettiği, sanık ve arkadaşının takibe devam ettikleri daha sonra da 3 el sanığın havaya ateş edip ve dur ihtarında bulunmayı sürdürdükleri, maktulün sanık ve ekip arkadaşının takibinden kurtulmak amacıyla 5-6 metre kadar yükseklikten boşluğa atladığı, tanık K3’ın emniyet birimlerine haber verdiği, sanığın maktulü takibe devam ettiği, maktule ayaklarına doğru bir kez daha ateş ettiği, ayağından yaralanan maktulün yavaşladığı, ancak; kaçmayı sürdürdüğü, sanığın da maktülü yakalamak amacıyla maktulü takibe devam ettiği sırada ayağının kaydığı, yere düşen sanığın elinde bulunan tabancanın bir kez daha ateş aldığı, maktulün sırtına isabet eden ateşli silah mermi çekirdeği yarası sonucu öldüğü anlaşılan olayda;

Polis memuru sanığın, Anayasanın 17., AİHS.nin 2. ve PVSK.nun 16/7-c maddelerine uygun hareket ederek, hakkında yakalama kararı bulunan maktulün kaçmasını engellemek için uyarıda bulunduğu, maktulün buna rağmen kaçmaya devam etmesi nedeniyle de öldürme kastı olmaksızın maktulün ayaklarına doğru ateş ederek yakalamayı amaçladığı, ancak; aksi sabit olmayan savunmasına göre bu sırada ayağının kayıp yere düşmesi nedeniyle; hedefi tam olarak ayarlayamadığı ve mermilerden bir tanesinin maktulün sırt bölgesine isabet ederek ölümüne neden olduğu olayda; polis memuru sanığın ve ekip arkadaşı tanık K3’ın yaptığı sözlü ve ateşli uyarılarına direnerek kaçan maktülü, yakalamak için kademeli olarak silahla ateş etmesi yasa gereği ise de, Polis Vazife ve Selahiyet Tüzüğünün 17. maddesinde belirtilen “suçlunun öldürülmekten ziyade yaralı olarak yakalanmasına” ilişkin amir hükmüne gerekli özenin gösterilmediği, olayın oluşu, sanığın olay anındaki durumu ve atış sayısı dikkate alındığında, hukuka uygunluk nedenlerinden Kanunun emrini yerine getirmede silah kullanma hak ve yetkisinin icrasında aşırılığa kaçarak, yasaya uygunluk sınırının kast olmaksızın taksirle aşılması söz konusu olduğundan, TCK.nun 24/1, 27/1 ve 85/1 maddeleri uyarınca aynı Kanun’un 3. ve 61. maddesindeki ilkeler doğrultusunda, kusurunun ağırlığı nedeniyle taksirle ölüme neden olma suçundan üst sınıra yaklaşmak suretiyle ceza tayini gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan hüküm kurulması suretiyle suç vasfında yanılgıya düşülmesi, Bozmayı gerektirmiş…

Konkordatonun Karşılıksız Çeke Etkisi Yargıtay Kararı

  • Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin 2020/2053 E. Ve 2020/6650 K. Sayılı Kararı

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İlgili Hükümleri

a-) “Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi” başlıklı 2. maddesi

“(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.

(2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.

(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.”,

b-) “Özel kanunlarla ilişki” başlıklı 5. maddesi;

“(1) Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.”,

c-) “Zaman bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesi;

“(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.

(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.

(3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/2 md.) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.

(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.”,

d-) “Kanunun hükmü ve amirin emri” başlıklı 24. maddesi

“(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.

Çek hesabı sahibi tüzel kişi hakkında, henüz Ticaret Mahkemesinde açılmış bir konkordato davası (konkordato yargılama süreci) yokken tüzel kişi adına keşide edilmiş çek üzerinde “karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet verme” suçunun işlenmesi halinde; suçun işlenmesinden sonra açılacak konkordato davasının, İcra Ceza Mahkemesinde açılan ve görülmeye devam edilen ceza davasında “bekletici sorun” yapılması için maddi veya hukuki bir sebep bulunmadığı değerlendirilmekle; açılan ceza yargılamasına devamla şartları bulunması halinde mahkumiyet hükmü verilmesinin mümkün olduğuna, 15.06.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Üstünün Suç Teşkil Eden Fiilini Yerine Getiren Astın Sorumluluğu Yargıtay Kararı

  • Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2019/1377 E.  Ve 2019/4278 K. Sayılı Kararı

Amirin verdiği emir Askeri Ceza Kanununun 41’inci maddesinin b fıkrası şümulüne giren hallere mütaallik ise emir ifa olunmaz ve fakat gecikmeksizin en kısa yoldan bir derece yukarı âmire malûmat verilir. Bu takdirde emrin yapılmasından doğacak bütün mesuliyet ast’a aittir.

Türk Ceza Kanununun 24. maddesinin gerekçesi ise şöyledir:

“Hükümet Tasarısının “Kanun hükmü ve amirin emri” başlıklı 27. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları değiştirilmiştir. Hiyerarşik yapı içinde amirin verdiği emrin hukuka uygun olması halinde, verilen bu emrin yerine getirilmesi de hukuka uygun olacaktır. Amirin emri, hukuka aykırı olmasına rağmen, bu emir emredilen açısından bağlayıcı olabilir. Anayasamıza göre; kamu görevlileri, görevlerini ifa ederken amiri duırumundaki kişilerden aldıkları emirleri hukuka aykırı bulmaları halinde, bu emri “yerine getiremez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir”ler. Ancak, emir hukuka aykırı olmakla beraber, amir “emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz” (madde 137, fıkra 1). Bu durumda emri yerine getiren açısından bir hukuka uygunluk nedeni değil, bir sorumsuzluk nedeni söz konusudur. Yerine getirme zorunluluğu, esasen hukuka aykırı olan emri hukuka uygun hale getirmez. Ancak, hiyerarşik yapı dolayısıyla, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Bu durumda sorumluluk, emri verene aittir. Hükümet Tasarısındaki hükümde, bu durumda emri verenin de sorumluluktan kurtarılmasına yönelik bir ifadeye yer verilmişti. Yapılan değişiklikle bu yanlışlık düzeltilmiştir.

Emir, hukuka aykırı olmanın yanı sıra, ayrıca suç da teşkil edebilir. Anayasamız, konusu suç teşkil eden emrin yerine getirilmesine “hiçbir surette” izin vermemektedir (madde 137, fıkra 2). Bu durumda emri “yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz”. Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle Anayasanın söz konusu hükmüyle paralellik sağlanmıştır.”

Kural olarak hukuka aykırı emre muhatap olan kamu görevlisinin bu emri denetlemesi, sorgulaması, hukuka aykırı olduğu kanaatinde ise amirin yazılı emri ve ısrarı olmadan yerine getirmemesi gerekir. Ancak Anayasının 137/3. maddesinde “Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunda gösterilen istisnaların saklı” olduğu belirtilerek, yapılan işin mahiyeti, kamu düzeni ve kamu güvenliği nedeniyle bazı istisnalara yer verildiği de görülmektedir. Muadil düzenleme TCK’nın 24/4. maddesinde de yer almaktadır.

Anayasanın 137/2. maddesinde konusu suç teşkil eden bir emrin yerine getirilmesi halinde sadece emri yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmiş ise de böyle bir emri verenin sorumlu olacağı da muhakkaktır. Şayet emrin konusu suç teşkil ediyorsa Anayasanın 137/2 ve TCK’nın 24/3. maddeleri gereğince böyle bir emrin yerine getirilmesinden emri veren azmettiren, yerine getiren ise fail  olarak sorumlu tutulacaktır. (Koca-Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9.Baskı, s. 331)

211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun ilgili hükümleri astı, üst ve amirlerine mutlak surette itaate mecbur tutmaktadır. Nitekim 211 sayılı Kanunun 14/1. maddesi, astı amirlerine, kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecbur kılmaktadır. Buna göre ast, askeri hizmete dair olduğuna bakmaksızın amirinden aldığı her emre mutlak surette itaat etmek zorundadır. Astın, verilen emrin hukuka uygunluğunu sorgulama ve değerlendirme yetkisi bulunmamaktadır. 211 sayılı Kanunun 14/2. maddesi gereğince verilen emir hukuka aykırı ise sorumluluk emri verene aittir.

Verilen emrin suç teşkil etmesi durumunda ise emri veren ve yerine getirenin sorumluluğu aynı Kanunun İştirak başlıklı 41/2. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre amirin emri suç teşkil ediyorsa ve ast, amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadı ihtiva eden bir fiile müteallik olduğunu biliyorsa hem emri veren hem de emri yerine getiren, sonuçtan iştirak hükümlerine göre sorumlu olacaktır.

Astın cezai sorumluluğu, ancak emrin hizmete müteallik olmaması, suç işlemek maksadıyla verilmesi ve bu maksadın ast tarafından bilinmesi halinde sözkonusu olabilecektir. (Koca-Üzülmez, age, s. 332)

Sonuç olarak; gerek Anayasanın 137/2, gerek TCK’nın 24/3 ve gerekse 211 sayılı Kanunun 41/3. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez, yerine getiren kimse de sorumluluktan kurtulamaz.

Sanık …’nın İstanbul-Halkalı da bulunan 1. Ordu Komutanlığına bağlı General… Kışlası içerisinde bulunan MEBS Alayında, alay komutanı olarak görev yapmakta iken, bir başka göreve atanması nedeniyle 15.07.2016 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı olarak görev yapan ve başka dosya sanığı olan tuğgeneral Eyyüp Gürler’in katılımıyla yapılan sancak devir teslimi törenine mütakip görevden ayrılmasına rağmen, yetkisi olmadığı halde aynı kışlada yarbay rütbesi ile görev yapan sanık …’u alay komutanı, sanık …’ı ise kışla komutanı olarak vekaleten atadığı, haberleşmek amacıyla darbeye teşebbüste suçuna iştirak edenler tarafından oluşturulan “Yurtta Sulh Biziz” isimli whatsapp grubuna dahil edilen sanığın, kışladan ayrılıp lojmanına gitmesine müteakip FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca başlatılan darbe girişimi üzerine, kışla nöbetçi amiri olan sanık …’ı arayıp mobil timi hazırlaması için emir verdiği, sanık …’ın da nöbetçi Astsubay sanık …’e mobil timi hazırlama emrini ilettiği, mobil tim hazırlanıp doldur boşalt nöbetçisi sanık …’dan mühimmat alındığı ve nizamiyede beklemeye başladıkları, saat 23:20:11’ de “Yurtta Sulh Biziz” isimli whatsapp grubundan “Küçükçekmece tarafında yapılacak bir şey var mı 1 mobil tim hazır” şeklinde

paylaşımda bulunarak emir beklediği, bilahare sanık …’nın da saat 23:45 sularında kışlaya geldiği, sanığın İstanbul ilinde gerçekleştirilen tüm kanun dışı eylemleri görev yaptığı alaydan ve whatsapp üzerinden takip ettiği, sanık …’un olay günü Beşiktaş’ta yakınları ile özel yemekte bulunduğu esnada olaydan haberdar olduğu ve saat 02:20 sularında kışlaya geldiği, saat 02:30 sularında sanık …’nın odasında sanık … ve tanık … da olduğu halde olayların gelişimi hakkında değerlendirme yaptıkları, daha sonra …’nın odasından ayrılarak tanık… ile kendi odasına geçtikleri, haberleri izleyip, durum değerlendirmesi yaptıkları, bilahare tanık… ile tekrar sanık …’nın odasına çıktıkları, sanık …’nın “eşimle görüşeceğim” diyerek sanık … ve tanık…’ı odasından çıkardığı, bunun üzerine sanık …’un odasına geldikleri, saat 03:45 sularında …, sanık …’un odasının kapısından ordu komutanının telefondan kendisini aradığını Gayrettepe Türk Telekomun emniyetini alacağını bildirdiğini, giderken …’ı da alacağını söylediği, sanık … ile sanık …’nın 16.07.2016 günü saat 03:23:38 ve 03:25:51’de 13 ve 14 saniyelik görüşmeler yaptıkları, saat 03:50 sularında sanık …’ın alay komutanı sanık …’nın aşağıda bekliyor diye haber getirmesi üzerine sanık …’ın odasından ayrıldığı ve sanık …’nın makam aracı olan ve içerisinde sanık … ile şoförü sanık … ve habercisi sanık …’ın bulunduğu clio marka aracın sol arka tarafına bindiği, saat 03:55 sularında sanık …’nın clio marka makam aracı ile nizameye kapısına gelerek sanık …’e kaç askerin bulunduğunu sorduğu, akabinde “Gayrettepe Türk Telekom Müdürlüğünü koruma görevini aldık” demesi üzerine, sanık …’in “anlamadım” diye karşılık verdiği, sanık …’ın “ilk defa mı duyuyorsun bizi takip et” şeklinde azarlayarak, sanık …’in de araca binmesi için emir verdiği, sanık …’in verilen emirler doğrultusunda … ve erler İzzet Uğuralp, …, …, … ve …’ın land rover marka araca binmesini sağladıktan sonra önde sanık …’ın bulunduğu makam aracı ile arkada bu araç olduğu halde Gayrettepe istikametine hareket ettikleri, basın ekspres ve E-5 trafiğini bay pas ederek Çobançeşme istikametinden Ataköy/Şirinevler Kuleli durağından E- 5’e çıktıkları, sanık …’nın lojman yolu da geçilerek Okmeydanı mevkiine kadar geldikleri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri ve halkın aracın etrafını çevirmesi ve yolun kapatılması sonucu aracın durdurulduğu, polis ve vatandaşların engellemesi sonucunda ciddi bir direnç göstermeksizin emniyet güçlerine teslim oldukları anlaşılan olayda;

1) Sanıklar …, Birol Keskinkıiıç ve … hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs, silahlı terör örgütüne üye olma, sanıklar …, … ve … hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs, Türkiye

Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs, silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarından ceza verilmesine yer olmadığına dair hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin hükümlere karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince verilen esastan ret kararı CMK’nın 286/2-g maddesi uyarınca kesin olup, temyizi mümkün olmadığından, CMK’nın 296/1 maddesi gereğince katılanlar vekillerinin temyiz taleplerinin REDDİNE..

Amirin Suç Teşkil Eden Emrinin Hata Hali ile Yerine Getirilmesi Yargıtay Kararı

  • Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2019/1377 E.  Ve 2019/4278 K. Sayılı Kararı

Suç teşkil eden emirlerin yerine getirilmesi bakımından hata hali ile de karşılaşılabilir. Bu durumun iki şekilde karşımıza çıkması mümkündür. Nitekim emri yerine getiren verilen emir üzerine işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğinin bilincinde olmayabilir ya da emrin yerine getirilmesinde öngörülen hukuka uygunluk sebeplerinin tüm şartlarının gerçekleştiğini düşünebilir. İlk halde TCK’nın 30/4. maddesinde yer alan haksızlık hatası, ikinci halde ise TCK’nın 30/1. maddesinde yer alan hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata söz konusu olacaktır.

Bu nedenle öncelikle genel olarak TCK’nın 30/1. maddesinde yer alan hata kurumu üzerinde durmak gerekir.

Ayrıntıları Dairemizin 24.04.2017 tarih ve 2015/3-2017/3 sayılı kararında açıklandığı üzere;

Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi, normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şey olduğundan farklı bir biçimde algılanması halinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi halinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası bir algılama hatası olduğu halde; yasak hatası bir değerlendirme hatasıdır. (Koca- Üzülmez, TCK Genel Hükümler, 7. Bası, s. 239)

Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK 30/1), suçun nitelikli hallerinde (TCK 30/2), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK 30/1-3) hata halleri kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK 30/3) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK 30/4) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK 27/1)

Yargıtay, uygulamalarında haksızlık yanılgısını kast kapsamında ele alarak çözüm yoluna gitmiştir. (Yargıtay CGK’nın 24/12/1996 tarih ve 1996/8-286 Esas 1996/296 Karar sayılı kararı) Doktrin ve uygulamadaki bu görüş, 2003 tarihli TCK tasarısına da aynen yansıyarak “kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 2. maddesi “ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” şeklinde bir düzenleme ihtiva etmekteydi. Yine aynı etkiyle tasarıda “hata” başlığını taşıyan 23. maddesinde “fiili hata” ifadesi kullanılmıştır.

5237 sayılı TCK’nın 30. maddesinde düzenlenen hata kurumu ile ilgili olarak madde gerekçesinde şöyle denilmiştir: “…işlenen fiilin esasen bir haksızlık oluşturduğu hususunda hataya düşmüş olabilir. Bu hatanın kişi açısından kaçınılmaz olması halinde, kişi gerçekleştirdiği haksızlık dolayısıyla kınanamaz. Kişi sakınamayacağı bir hata nedeniyle bu bilinçten yoksunsa onu sorumlu tutmak bir evrensel hukuk prensibi olan kusursuz ceza olmaz ilkesine aykırılık oluşturur. Ancak kişinin cezalandırılabilmesi için işlediği fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmesi gerekmez. Kişi, her ne kadar işlediği fiilin haksızlık teşkil ettiğini gerçekten bilmiyorsa da bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre bakımından, bu fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini kavrayabilecek durumda olabilir. Bu husustaki hatanın kaçınılabilir olduğu durumlarda kişi gerçekleştirdiği fiil açısından kasten hareket etmemiştir. Ancak, düştüğü bu hatanın kaçınılabilir olması nedeniyle kusurunun azalmış olabileceğini kabul etmek gerekir. Bu hatanın kaçınılabilir olduğunun kabul edilmesi halinde, bu kaçınılabilirliğin derecesine göre kusurun da derecelendirilmesinden bahsedilebilir. Bu durumda kişinin cezasında suçun kanundaki cezasının alt sınırına kadar indirim yapılabilecektir. Bu indirim zorunlu değil, ihtiyari bir indirim olmalıdır.”

cc)Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı):

TCK’nın 30/1. maddesinde “suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi halinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.

Unsur yanılgısı, içerik itibariyle somut olayda suçun maddi unsurlarına ilişkin konulardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış tasavvuru ifade etmektedir. Failin somut olaya ilişkin tasavvuru gerçekle bağdaşmamaktadır. Buna karşılık, suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlardan birisinin varlığı hakkında düşülen şüphe, emin olmama hali hata değildir. Aksine olası kastın veya bilinçli taksirin varlığını gösterir. (Koca-Üzülmez, age, s.241)

Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur. (Göktürk, Haksızlık Yanılgısının Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Seçkin Yayınları, 2017 baskı)

Unsur yanılgısında kısacası, fail somut olayda ne yaptığının bilincinde değildir. Somut olayın gerçekleşme koşullarında yanılmaktadır. Failin iradesi suçun yasal tanımında yer alan unsurların gerçekleşmesine yönelik değildir. Esasen unsur yanılgısında kaçınabilirlik önemli değildir. Zira her iki halin de kastı bertaraf edici etkisi bulunmamaktadır.

Unsur yanılgısının haksızlık yanılgısından farkı ise fail suçun yasal tanımında yer alan maddi unsurların somut olayda gerçekleştiğinin bilincindedir. Fail somut olayda ne yaptığını bilmekte, fakat davranışının hukuka aykırılığında yanılmaktadır. Bu nedenle haksızlık yanılgısının tipiklik üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. Failin kastını ortadan kaldırmaz. Fiil kasten icra edilen haksızlık olma özelliğini muhafaza eder. Dolayısıyla unsur yanılgısından farklı olarak haksızlık yanılgısı, failin kastını bertaraf ederek taksirli işlenen suçtan sorumlu tutulması sonucunu doğurmaz. Fail somut olayda kasten hareket etmesine rağmen fiilin bir haksızlık teşkil ettiğini bilmeyebilir. Bu nedenle ne kastı ne de fiili bertaraf edici değildir. Sadece kusur üzerinde etkilidir. Haksızlık yanılgısı kaçınılmaz ise failin kasta dayalı kusuru tamamen ortadan kalkar ve faile kasten işlediği suçun cezası verilmez; buna karşılık yanılgı kaçınılabilir ise fail kasten işlediği suçtan sorumludur. Ancak yanılgının kusur üzerindeki etkisine göre cezada indirim yapılması gerekmektedir. (Göktürk, age, s. 76,77)

Suçun maddi unsurları içerisine; suçun konusu, fail, mağdur, fiil, netice ve nedensellik bağı girmektedir. Suçun oluşması için failin bu unsurları bilerek hareket etmesi şarttır. Bilgisizlik veya yanlış tasavvur, (unsur yanılgısı) failin kastını kaldırır.

dd)Suçun nitelikli hallerinde hata:

TCK’nın 30/2. maddesine göre; “bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli halleri gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi bu hatasından” yararlanacaktır. Suçun nitelikli hallerinden maksat, suçun temel şekline göre cezanın arttırılması veya azaltılmasını gerektiren unsurlardır. Nitelikli hallerde hata durumunda fail, suçun temel şekline ilişkin unsurlarda bir yanılgıya düşmüş değildir. Bu itibarla suçun temel şekli tüm unsurlarıyla gerçekleşmektedir. Fail sadece nitelikli hallerin gerçekleştiği hususunda hataya düşmektedir. Bu durumda nitelikli hallerin faile yüklenmesi mümkün olmadığından suçun temel şeklinden dolayı cezalandırılacaktır.

ee)Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında hata:

Hukuka uygunluk hallerinin maddi şartlarında hatanın, kast kapsamında mı, yoksa kusur kapsamında mı değerlendirilmesi gerektiği doktrinde tartışmalı olup bu konuda birçok teori ortaya atılmış ise de, ceza kanunumuzdaki düzenleme katı kusur teorisine göre çözümlenmesi gerekmektedir.

TCK’nın 30/3. maddesinde “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ilişkin koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi

bu hatasından yararlanır.” denilerek hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen haller birlikte düzenlenmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarındaki hatayı bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. Madde metinde hatanın kaçınılmaz olması şartı aranmıştır.

Kaçınılmazlık, failin hataya düşmesindeki kişisel kusurun değerlendirilmesi ile ilgilidir. Failin, yaşı, mesleği, bilgisi, görgüsü, somut olaydaki durumu dikkate alınarak hatanın kaçınılmaz olup olmadığı bu değerlendirmede göz önünde bulundurulacaktır.

ff)Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması:

TCK’nın 27/1. maddesi, kanunun hükmünü yerine getirme (TCK 24/1), meşru savunma (TCK 25/1), hakkın kullanılması (TCK 26/1) ve ilgilinin rızası (TCK 26/2) gibi hukuka uygunluk nedenlerinde, sınırın kast olmaksızın aşılması halinde sorumluluk statüsünü belirlemiştir. Kasten sınırın aşılması halinde ceza sorumluluğu değişmeyecektir. Ancak sınırın aşılmasındaki yanılgı failin taksirinden ileri geliyorsa ve eylemin taksirle işlenmesi suç olarak cezalandırılabiliyorsa taksirden dolayı sorumlu olacaktır. Buradaki yanılgı sadece kastı ortadan kaldıracaktır.

Astın konusu suç oluşturan emri, haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşerek yerine getirmesi somut olay çerçevesinde bilgi düzeyi, olayın özellikleri, tecrübe, rütbe ve konumu gibi olgular nazara alınarak TCK’nın 30/4. maddesi bağlamında değerlendirilmelidir.

Keza astın emrin askeri hizmet alanında verildiği, amirin yetkili olduğu ve zorunluluk teşkil ettiği hususlarında yanılgıya düşerek konusu suç teşkil eden emri yerine getirmesi halinde yapılan değerlendirme neticesinde TCK’nın 30/1. maddesi gereğince kasten hareket etmediği neticesine varılabilir. (Prof. Dr. F. S. Mahmutoğlu-Av. S. Karadeniz, TCK’nun Genel Hükümler Şerhi, s.480-482

Dosya kapsamı ve aksi ispat edilemeyen savunmaya uygun kabule göre; sanık …’ın olay gecesi doldur boşalt nöbetçi astsubayı olarak görev yaptığı, saat 22:30 sularında sanık …’in sanığın yanına gelerek mühimmat aldığı, mühimmat defterini doldurmasını …’den istediği, ancak …’in abi sonra hallederiz hemen gitmem gerek diyerek olay mahalinden uzaklaştığı, daha sonra fazla aldığı iki şarjörü …’a geri gönderdiği, saat 03:00 sularında sanık … Arslan, …’ın görev mahaline gelerek iki jarjör mühimmat aldığı ve mühimmat defterini doldurduğu ve alay komutanının çıkış yapacağını sanık …’a söylediği olayda; sanığın bulunduğu yer itibari ile mobil timin kendisine yüklenilen görevinin dışında ve sanık …’nm nizamiyeden hangi amaçla çıkış yapacağını bildiğine ilişkin sanığın savunmasının aksine ve mühimmatları bilerek verdiğine dair mahkumiyetine yeter her türlü şüpheden uzak bir delilin bulunmadığına dair kabulün, bilme, akıl ve mantık kurallarına aykırılık oluşturmadığı gibi usule ve dosya kapsamındaki delillere uygun olduğundan tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.

4- )Sanıklar …, ve … hakkında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerinin incelenmesine gelince;

Ast konumunda olan bir kısım sanıkların, somut olay çerçevesinde bilgi düzeyleri, olayın özellikleri, tecrübe, rütbe ve konumları gibi olgular nazara alındığında konusu suç oluşturan emrin, askeri hizmet alanında verildiği, amirin yetkili olduğu ve uyulmasında zorunluluk bulunduğu hususlarında yanılgıları nedeniyle kaçınılmaz bir hataya düşerek yerine getirmesi söz konusu olmadığından, bu yöne ilişkin savunmalara itibar edilmemesine dair kabulde isabetsizlik görülmemiştir.

Örgütsel bağı kesin olarak ortaya konamayan sanıkların, icra hareketlerinden önce örgütsel organizasyon içinde yer alarak darbe girişiminden haberdar olduğu, suç işleme karar ve iradesine katıldıkları da kanıtlanamamış olmasına, elverişli nitelikteki icra hareketlerine katkı sunmakla birlikte, sundukları katkının tek başına vahamet arz etmediği gibi fiilin işlenişi üzerinde müşterek hakimiyet kurduklarından da bahsedilemeyeceğinin anlaşılmasına, zarar tehlikesi bakımından illi bir değer taşıdığında kuşku bulunmayan eylemlerinin, işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak (TCK madde 39/2-c) suretiyle Anayasayı ihlal suçuna yardım etmek kapsamında kaldığının kabulü gerektiği gözetilmeden sanıklar hakkında hatalı değerlendirme ile doğrudan fail olarak mahkumiyet hükmü kurulması, Kanuna aykırı…

Stj. Av. Ezginur Aktaş
Av. Serhan Cantaş

Blog Yazılarımız: TCK Madde 23 – Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suç Nedir?